top of page

DEVLETİN/İDARENİN “KUSURSUZ SORUMLULUĞU”

  • Yazarın fotoğrafı: ABDÜLKERİM KÜÇÜK
    ABDÜLKERİM KÜÇÜK
  • 2 Eki 2024
  • 5 dakikada okunur



Hukuki sorumlulukta kural olarak sorumlu, kusurlu hareketiyle zarara sebebiyet verendir. Ancak bazı özel durumlarda ortada bir kusur bulunmasa dahi sorumluluk söz konusu olabilir. Bu bağlamda idare de kusursuz olsa dahi bazı durumlarda işlem veya eylemleri neticesinde vatandaşların zararlarını tazmin ile sorumlu tutulabilmektedir. Türk idare hukukunda kusursuz sorumluluğun söz konusu olduğu bu özel durumlar, esas itibariyle risk (tehlike) ilkesi ve kamu külfetleri karşısında eşitlik ilkelerine dayandırılmaktadır. Danıştay’ın da kararları bu bağlamdadır.  


1-    Risk (Tehlike) İlkesi


Risk (tehlike) ilkesi kaynaklı kusursuz sorumluluk, idarenin tehlikeli bir faaliyeti yürütmesinden veya böyle bir kuruluşa sahip olmasından dolayı kişilere verilen zararlardan sorumlu olması olarak ifade edilmektedir.


Bu yönde şu Danıştay kararı örnek olarak verilebilir: Karara konu olay, bir polis memurunun, nöbet esnasında teröristlerce yapılan silahlı saldırı sonucu şehit olması nedeniyle davacılar tarafından uğranıldığı ileri sürülen zararın tazmini istemine ilişkindir.


Danıştay kararında: “Olayın oluşumu ve niteliği dikkate alındığında idarenin hizmet kusuru bulunmadığı sonucuna varılmaktadır. Ancak, idarenin hukuki sorumluluğu sadece kusur esasına dayanmamakta; idare, kusur koşulu aranmadan da sorumlu sayılabilmektedir. İdare, yürüttüğü hizmetin doğrudan sonucu olan, nedensellik bağı kurulabilen, özel ve olağanüstü zararları kusursuz sorumluluk ilkesi gereği tazminle yükümlüdür. Davacılar murisinin bir kamu hizmetini yerine getirdiği sırada yaşamını yitirmesi nedeniyle idarece yürütülen hizmet sırasında öldüğü, dolayısıyla ölüm olayı ile idarece yürütülen hizmet arasında nedensellik bağı bulunduğu görülmektedir. Belirtilen bu durum karşısında, yürütülen kamu hizmeti sırasında meydana gelen özel ve olağandışı zararın; davacılar murisinin kendi kişisel kusurundan doğmamış olması nedeniyle, kusursuz sorumluluk ilkesi uyarınca giderilmesi hakkaniyet gereğidir.”[1]


Bu konuya ilişkin bir başka Danıştay kararı şu şekildedir: Karara konu olay, bomba imha uzmanı olarak görev yapan polis memurunun, imha edilmesi için büroya getirilen bombanın patlaması sonucu ölümü ve murislerinin tazmin istemine ilişkindir.

 

İlgili kararda: “Gelişen teknoloji ve ihtiyaçlara bağlı olarak idarenin yürüttüğü hizmetlerin bazılarının, bünyesinde risk taşıdığı görülmektedir. İşte içinde hizmetin özelliğinden kaynaklanan risk bulunan faaliyetlerden dolayı gerek bu faaliyeti yürüten idare ajanlarının gerekse hizmetten yararlananların ya da üçüncü kişilerin uğradıkları zararların kusursuz sorumluluk ilkesine göre tazmini gerekmektedir. Aralarında bomba imha uzmanı olarak görev yapan davacılar murisi …'ın görevlilerce önceden bulunan ve Bomba İmha Büro Amirliğinin bulunduğu Emniyet Müdürlüğü ek binasına getirilen bombayı burada imha ettikleri, ancak imhadan sonra bilinmeyen bir nedenle ortaya çıkan patlama sonucu davacılar murisinin vefat ettiği olayda da bomba imha hizmeti riskli hizmetlerdir. Yani idarece bütün önlemler, araç, gereç ve personel sağlansa bile aynı sonuç doğabilecektir. Bu nedenle bomba imhası nedeniyle meydana gelen ölüm olayından dolayı ilgililerin uğradığı zararın kusursuz sorumluluk ilkesine göre tazmini gerekmektedir.”[2]


Neticede, Danıştay kararlarında da görüldüğü üzere idarenin tehlikeli bir faaliyeti yürütmesinden veya böyle bir kuruluşa sahip olmasından dolayı kişilerin gördüğü zararlardan kusursuz sorumluluğu bulunmaktadır.


Kusursuz sorumluluğa ilişkin bir diğer kıstas ise kamu külfetleri karşısındaki eşitlik ilkesi olarak karşımıza çıkmaktadır.

 

2-    Kamu Külfetleri Karşısında Eşitlik İlkesi


Kamu külfetleri karşısında eşitlik ilkesine göre hizmetten yararlanan bazı kişilerin diğer hizmetten yararlananlara göre olağan dışı ve özel nitelikte zarara uğraması halinde idarenin tazmin yükümlülüğü ortaya çıkar.


Danıştay kararlarında da benzer tanıma rastlanmaktadır. İlgili bir karar şu şekildedir: “Kusursuz sorumluluk sebeplerinden olan “kamu külfetleri karşısında eşitlik” ya da diğer adıyla “fedakârlığın denkleştirilmesi” ilkesi, nimetlerinden tüm toplum tarafından yararlanılan idarenin eylem ve işlemlerinden doğan külfetlerin, sadece belli kişi veya kişilerin üstünde kalması durumunda, bu kişi veya kişilerin uğradığı zararların, kusuru olmasa dahi idarece tazminini öngörmektedir. Risk sorumluluğundan farklı olarak burada, kazalardan kaynaklanmayan, diğer bir deyişle arızi nitelikte olmayan, önceden öngörülebilen zararların tazmini söz konusudur. İdari faaliyetin doğal sonucu olan bu zarar, etki alanı bakımından sınırlı, özel ve olağan dışı nitelik arz etmektedir.”[3]

 

Bu yönde şu Danıştay kararı örnek verilebilir: Karara konu olay İstanbul'un trafik sorununu çözmek amacıyla yapılan … Projesi kapsamında, davacının işyerinin bulunduğu … Caddesi üzerinde yapılan inşaat çalışmaları nedeniyle davacı tarafından, uğranıldığı ileri sürülen 10.000,00 TL maddi zararın tazmini istemine ilişkindir.


Danıştay kararında: “Kamu hizmetinin yürütülmesinin neden ve etkisinden kaynaklanan bir zararın doğmaması için idarece her türlü tedbir alınmasına rağmen, hizmetin doğal ve zorunlu bir sonucu olarak ortaya çıkan, hizmetten yararlananlar yönünden genel ve olağan nitelikteki bir külfetten kaynaklanan zararın, kamu külfetleri karşısında eşitlik ilkesi uyarınca idarece karşılanmasına olanak bulunmamaktadır. Kamu hizmetinin yürütülmesinden kaynaklanan bir zararın, kamu külfetleri karşısında eşitlik ilkesi uyarınca idarece karşılanabilmesi için uğranıldığı ileri sürülen zararın kamu külfeti olmaktan çıkıp hizmetten yararlananlar yönünden özel ve olağandışı bir niteliğe dönüşmüş olması gerekir.”


Kararda ifade edildiği üzere idarenin kusursuz sorumluluğundan bahsedebilmek için önemli kıstaslardan biri, hizmetten yararlanan bazı kişilerin diğer hizmetten yararlananlara göre olağan dışı ve özel nitelikte bir zarara uğrayıp uğramadığıdır.


Nitekim Danıştay bu kararında da davacı açısından böyle bir zararın var olmadığını saptamış ve idare aleyhine tazminata hükmedilemeyeceğine karar vermiştir: “Davacı tarafından, idarece alınan bu önlemlerden dolayı müşteri kaybının olmuş olabileceği, kazı sırasında çıkan toz nedeniyle temizlik giderlerinin arttığı, caddenin araç trafiğine kapatılması nedeniyle taşıma giderinin olduğu, bu durumun 2008 Yılı Aralık ayı sonuna kadar devam edeceği iddia edilerek doğmuş ve ileride doğacak maddi zararının tazmini istemiyle dava açılmış ise de, uğranıldığı ileri sürülen zarar kalemlerinin veya katlanılan sıkıntının cadde üzerinde bulunan bütün işyeri sahipleri yönünden de ileri sürülebileceği, bu haliyle davacı tarafından uğranıldığı ileri sürülen zarar kalemlerinin, diğer işyeri sahiplerinden farklı, özel ve olağandışı bir nitelikte olmadığı ve kamu külfetleri karşısında eşitlik ilkesini ihlal edecek nitelikte ve ağırlıkta bir zararın davacı yönünden gerçekleşmediği dikkate alındığında, maddi tazminat isteminin kısmen kabulü yolunda verilen Mahkeme kararında hukuka uygunluk bulunmamaktadır.”[4]


Bir başka Danıştay kararında, karara konu olay davacıların murisi ...'ın Erzurum/İspir’de bir köyün girişinde bulunan kendisine ait bahçede meyve toplarken ayı saldırısına uğrayarak hayatını kaybetmesine ilişkindir.

 

Danıştay kararında: “İdare, yaban hayvanlarını koruma görevi kapsamında boz ayıları mutlak koruma altına almıştır. Yaban hayatının ve yaban hayvanlarının korunmasının kamu menfaatinin korunması amacına yönelik olduğu açıktır. Kamunun genel menfaatinin korunmasına yönelik doğan külfetin tek kişi üzerinde bırakılmaması, bu kişinin özel zararının kusursuz sorumluluk (fedakârlığın denkleştirilmesi) ilkesi uyarınca topluma pay edilmesi gerekmektedir. Uyuşmazlıkta, Davacıların özel nitelikteki zararlarının kusursuz sorumluluk (fedakârlığın denkleştirilmesi) ilkesi uyarınca tazmini gerekmektedir.”[5]

 

3-    Sonuç

 

İdare hukukunda kusursuz sorumluluk, modern devlet anlayışının bir yansıması olarak vatandaşların kamu hizmetlerinden kaynaklanan zararlara karşı korunmasını amaçlamaktadır. Risk ilkesi ve kamu külfetleri karşısında eşitlik ilkesi, kusursuz sorumluluk rejiminin temel dayanaklarıdır. Danıştay’ın kararları da bu ilkeleri esas alarak idarenin tehlikeli faaliyetlerden doğan zararları veya hizmetin doğası gereği olağandışı zararları tazmin etme yükümlülüğünü vurgulamaktadır.


İdarenin yürüttüğü kamu hizmetlerinde, her türlü tedbirin alınmasına rağmen meydana gelen zararlarda, bu zararların belirli kişi ya da kişilere yüklenmesi yerine topluma dengeli şekilde pay edilmesi gerektiği kabul edilmektedir. Bununla birlikte, kamu külfetleri karşısında eşitlik ilkesinin uygulanabilmesi için zararların genel ve olağan zararlar olmaktan çıkıp özel ve olağandışı nitelikte olması gerekmektedir. Aksi halde idarenin tazmin yükümlülüğü doğmamaktadır.


Sonuç olarak idarenin sorumluluk rejimi hem hizmet kusuruna hem de kusursuz sorumluluk ilkelerine dayanmaktadır. Bu rejim, kamu hizmetlerinin aksamadan yürütülmesi ve vatandaşların zararlarının giderilmesi açısından dengeleyici bir mekanizma sunmaktadır. Ancak, bu sorumlulukların uygulanabilirliği, her somut olayın koşullarına göre değerlendirilmeli ve kamu yararı ile bireylerin hakları arasında hassas bir denge kurulmalıdır.

 


[1] Danıştay, 15. D., E: 2012/189, K: 2012/7048, T: 18.10.2012.

[2] Danıştay; 10. D., E: 1996/3996, K: 1997/2544, T: 23.06.1997.

[3] Danıştay, 10. D., E: 2015/1109, K: 2020/3559, T: 07.10.2020.

[4] Danıştay, 10. D., E: 2008/188, K: 2012/934, T: 16.03.2012.

[5] Danıştay, 10. D., E: 2015/3965, K: 2020/4680, T: 10.11.2020.

 
 
 

Comments


Küçük Hukuk ve Danışmanlık Logosu

©2023 Küçük Hukuk ve Danışmanlık | Tüm hakları saklıdır.

bottom of page